Semt semt yağan yaz yağmurlarındandı... Milas'ın sokaklarında dolaşırken, arastada ahşap sandalyeli bir kahveye sığındım. Türk Ocağı Caddesi'ndeki, yetmiş küsur yıllık Yüksek Kahve'nin asma katına çıktım. Burada Levent Bey, kahve yaparken, bende Milas'ın şansını ve şanssızlığını düşündüm...
Bir zamanlar, yakınında kurulduğu Sodra Dağı'nın zengin mermer ocaklarından elde edilen mermerlerle, Milasa'nın her yeri tapınaklarla donatılmış ve burası mabetler kenti olarak anılmış. Öyle ki, burada konser vermeye gelen ve mabetlerin çokluğundan etkilenen, nükteleriyle ünlü arpçı Stratonikos, resitalinin açılış konuşmasında, ondan beklenen, "İnsanlara kulak ver" sözü yerine, "Mabetlere kulak ver" demiş ve bu, çağın meşhur öykülerinden biri olmuş. Aynı hikaye, bir de şöyle anlatılır: pazar yerindeki bir çalgıcının dili sürçmüş ; " Dinleyin ey halk!" diyeceğine, "Dinleyin, ey mabetler" diye seslenmiş.
Bugün Milas mabetlerin görkeminden uzak, sade bir Akdeniz yaşamı sürüyor. Zaman zaman, buradan gelip geçenlere biraz kırgın... Henüz çılgın komşu Bodrum, turizmle tanışmamışken Bodrumlular pamuk, tütün ve zeytinyağı işlerinde çalışmak için, akın akın Milas'a gelirmiş. Bugünse, Bodrum'un işgücünün büyük bir kısmını Milaslılar karşılıyor. Aralarında, iş bulmak için İzmir'e göçenler de var. Milas, kabuğunu kırmak istiyor... Zengin tarihinin, geçmişe damgasını vuran, renkli toplumsal mozaiğinin, Bodrum yolu üzerinde, böylesine bir çırpıda geçilmesine bozuluyor.
Yorumlar
Yorum Gönder